Sevin Turan

"Ben et yemiyorum" demekle iş bitiyor mu?

1 Kasım 2017
Geçen haftaki yazıyı okuyanlar hatırlayacaktır, et yemeyen insanların sık sık cevap vermek zorunda kaldıkları soruları ve bunlara verilebilecek olası yanıtları anlatmıştım. Bu yanıtların bir kısmı, et endüstrisinin dünyadaki kaynakları nasıl tükettiği üzerineydi.

O yazıyı yazdıktan sonra, Facebook'un pek kıymetli algoritmaları konuyla çok alakalı bulduğum bir başka yazı çıkardı karşıma. "Et yemeyi bırakmanın gezegenimiz için en iyisi olduğunu düşünürdüm. Yanılmışım" diyordu yazıyı yazan kişi. İlgimi çekti, sizinle de paylaşayım dedim. (Yazının İngilizcesi burada, merak eden okuyabilir.)

Yazıyı kaleme alan Emily Monaco isimli kadın, 16 yaşındayken New York Times'da Michael Pollan'ın ABD'deki et endüstrisinin durumunu anlatan bir makalesini okuyor (onu da koyuyorum buraya) ve et yemeyi bırakmaya karar veriyor.

"Eti beslenmemden çıkararak sonuca katkı sağladığımı düşünüyordum. Ancak daha sonra öğrendim ki vejetaryenlik, etik beslenmenin tek yolu değilmiş ve vejetaryenler de etik olmayan beslenme kurbanı olabilirmiş" diyen Monaco'nun fikrini değiştirmesine sebep olan şeyler de şöyle:

Tabağımızdan eti kaldırıp yerini patateslerle, fasulyelerle ya da makarnayla dolduruyoruz. Ancak bu zaman zaman "konforlu yiyecekler" dediğimiz ve sağlığımıza da, doğaya da aynı şekilde zararlı olabilecek gıdalara çok fazla yüklenmemizle sonuçlanıyor. Örneğin et yerine tofu yiyoruz. Ancak dünyada tüketilen soya fasulyesinin (tofunun hammaddesi) yüzde 90'ının genleriyle oynanmış ve bu fasulyeler insanlar için kanserojen etkisi olan bir maddeye dayanıklı hale getirilmiş. Üstelik bu soya fasulyeleri büyük oranda Güney Amerika'da yetiştiriliyor. Güney Amerikalı çiftçiler, günden güne artan talebi karşılayabilmek için yağmur ormanlarını kesip ya da yakıp tarım arazilerine dönüştürüyor. WWF'in verilerine göre, kıtada her yıl yaklaşık 4 milyon hektar ormanlık arazi soya fasulyesi tarımı için yok ediliyor. Bunun 2,5 milyon hektardan fazlası sadece Brezilya'da yaşanıyor. (Aynı şey Meksika'da da avokado tarımı için geçerli.)


Reuters muhabiri Paulo Whitaker'ın Brezilya'da çektiği bu fotoğrafta yeşil alan Amazon yağmur ormanı, kahverengi alan ise soya üretimi için hazırlanmış ormansızlaştırılmış arazi. Yalnız dünyada üretilen soyanın çok önemli bir miktarının hayvan yemi olarak kullanıldığını da buraya ekleyelim. Bir başka deyişle et tüketimi bu seviyede olmasa soya üretimi de böyle astronomik boyutlara gelmeyebilirdi. Tek suçlu tofu değil yani.

Et yemeyen insanların bir diğer favori yiyeceği olan kinoada da benzer bir durum var. Kinoa önce ABD'de sonra da Avrupa'da popülerleştikçe fiyatı yükselmiş. Bu da Peru, Bolivya gibi ülkelerde, beslenmesinin önemli bir kısmı kinoaya dayalı olan insanların yükselen fiyatları karşılayamaz hale gelmesi demek. İngiliz Guardian'ın geçtiğimiz yıl yayımlanan bir araştırmasında, bu ülkelerde köylülerin kinoa yemeyi bıraktıkları, bunun yerine daha ucuz ve daha az besleyici gıdalarla doldurmaya çalıştıkları ortaya çıkmıştı.

Bütün bunlar karşısında Monaco'nun önerdiği şey, "Et yemiyorum, benden bu kadar" demek yerine etik bir omnivor olmak yani etik yollarla üretilmiş hayvansal gıdaları da beslenmeye dahil etmek.

Yazının Devamını Oku

Bir dizi sahnesi ve mercimek köftesi...

25 Ekim 2017
BluTV'nin dizi projesi 7Yüz'ü izliyor musunuz? İzlemiyorsanız bence çok şey kaçırıyorsunuz. Henüz sadece beş bölümü yayınlandı ama anlattığı çok sıradan ve fakat çok sıra dışı insan hikâyeleriyle şimdiden benim en çarpıcı yerli yapımlar listemde üst sıralarda yer edindi kendine.

Dizinin ilk bölümü olan "Büyük Günahlar" bir yılbaşı partisinde geçiyor. Bölümün başında adlarının Mete ve Nihal olduğunu onlar tanışırlarken öğrendiğimiz genç kadın ve genç erkek yemek masasının başında sohbet ediyor.

Mete tabağına yiyecek koymaya çalışıyor. Ama bir yandan elinde tabağı tutup bir yandan hindiden bir dilim kesmekte zorlanıyor. O esnada Nihal, Mete'nin eti kesişine gözlerini kısıp kaşlarını çatarak bakınca Mete soruyor: "Vejetaryen misiniz?"

N: Vegan. Nasıl anladınız?
M: Hindiye bakışlarınızdan. İnsan keserken kendini suçlu hissediyor.
N: Çok pardon ya, ben o niyetle bakmamıştım aslında.
M: Yok canım şaka yaptım ben de...

Yazının Devamını Oku

Yine bir isyan yazısı: Kime inanacak bu insanlar?

11 Ekim 2017
Son zamanlarda çok popüler bir belgesel film var. Adı What the Health. Daha önce hayvancılığın ekosisteme zararlarını anlatan Cowpsiracy filmiyle büyük ses getiren Kip Anderson'ın yeni işi.

Söz konusu Kip Anderson olunca konunun en sonunda et yemenin zararlarına ve veganlığa bağlanacağı belli olsa da filmi izlediğinizde her türlü hayvansal gıdayı acilen buzdolabınızdan ve hayatınızdan atıp kurtulmak istiyorsunuz.

Cowspiracy'den çok etkilenmiş biri olarak, normal koşullarda izlemenizi tavsiye ederdim. Ancak geçtiğimiz günlerde Vice'ın sağlık içerikleri bölümü Tonic'te okuduğum bir yazı, beni ciddi şüphelere sürükledi.

"The Big Fat Surprise: Why Butter, Meat and Cheese Belong in a Healthy Diet" (Büyük Yağ Sürprizi: Neden Sağlıklı bir Diyette Tereyağı, Et ve Peynir Bulunmalıdır) isimli kitabın yazarı, gazeteci Nina Teicholz, What the Health'te öne sürülen sağlıkla ilgili 37 iddiayı tek tek araştırdığını, bunların neredeyse hiçbirinin geçerli bilimsel temeller üzerinde oturmadığını belirtiyordu.

Söz konusu kitabı yazdığı için böyle bir filme tarafsız yaklaşmasının mümkün olmadığını belirten Teicholz'a göre, filmde öne sürülen iddiaların önemli bir kısmı epidemiyolojik araştırmaları temel alıyor. Bu sorunlu bir yaklaşım çünkü bu tür araştırmalar iki olgu arasındaki bağlantıları ortaya koyabilse de, bir olayın bir diğerinin gerekçesi olduğunu kanıtlayamıyor. Dolayısıyla epidemiyolojik çalışmalar ancak hipotezler üretmeye yarıyor, kanunlar üretmeye değil.

Teicholz, filmde kullanılan ikinci kaynağın klinik deneylerin sonuçları, üçüncüsünün yetersiz örneklem sayısı vb. sebeplerle kesinliği olmayan araştırma sonuçları, sonuncusunun ise gazete dergi makaleleri ve blog yazıları gibi bilimsel/tarafsız olmayan metinler olduğunu belirtiyor. Bütün bunları alt alta dizerek şöyle bir tablo çıkarmış ortaya:


Yazının Devamını Oku

Çok işinize yarayacak bir akıllı telefon uygulaması

4 Ekim 2017
Gıda güvenliği son yılların en önemli ve tartışmalı konularından biri.

Bilim insanları, politikacılar ve hukukçular, bitkilere atılan gübreler ve ilaçlar, hayvanlara yedirilen antibiyotikli yemler, genetiği değiştirilmiş organizmaların mutfaklara girişi, laboratuvarlarda üretilen etler ve sütleri tartışırlarken biz de günlük hayatta yediğimizin içtiğimizin içinde ne olduğunu, tabağımızdakilerin soframıza gelene kadar hangi yollardan geçtiğini merak ediyoruz.

Üstelik bu konularda kafamız da epey karışık. Aklıma gelen en basit örnek, internet dünyasını zaman zaman heyecanlandıran tavuğu pişirmeden önce yıkamalı mı yıkamamalı mı tartışması... Bilim insanları yıkanmayacak dese de sağduyumuz bize "Yıka o tavuğu" diyor. Haydi, buyurun buradan yakın! (Biz de iki ay önce hazırlamıştık böyle bir içerik, binlerce de oy gelmişti içine koyduğumuz testlere. Merak eden ya da fikrini söylemek isteyenler için ekliyorum alta.)

İşte tam da bu kafa karışıklıklarını çözmek isteyen ABD Tarım Bakanlığı iki yıl kadar önce bir uygulama sürmüş piyasaya. Ben de eylülün gıda güvenliği ayı olması vesilesiyle okuduğum bir yazıdan öğrendim FoodKeeper isimli bu uygulamanın varlığını.

FoodKeeper'ın en önemli özelliği, ülkede bir gıda geri çağırma duyurusu olduğunda size bir uyarı bildirimi göndermesi. Bildirimde geri çağrılan yiyeceğin ne olduğu, geri çağırmanın ne kadarlık bir alandaki ürünleri kapsadığı, sizi etkileme ihtimalinin ne kadar olduğunu vs. belirtiliyor.


Yine ABD Gıda Bakanlığı'nın tavuk ve salmonella konulu kampanya spotunu buldum Spotify'da, bu haftanın şarkısı bu olsun hadi.

Bu bizi pek ilgilendirmiyor elbette. Ancak bizim de işimize yarayacak güzel bir özelliği daha var. O da çeşitli kategorilerdeki yiyeceklerin, hangi koşulda ne kadar süre taze ve sağlıklı kaldığını gösterebiliyor olması.

Örneğin "Süt Ürünleri ve Yumurtalar" kategorisinin altında "haşlanmış katı yumurta", "kabuklu yumurta" ya da "çiğ yumurta beyazı, sarısı" kategorilerinden sonuncusunu seçelim. Açılan ekrandan öğreniyoruz ki çiğ yumurta ve sarısı tazeliğini buzdolabında 2 ila 4 gün, dondurulduğu takdirde ise 12 ay koruyormuş. Bu kategoriler aklınıza gelen neredeyse her şeyi kapsayacak kadar geniş. Bebek mamasından salata soslarına, fırın ürünlerinden ete, taze sebze meyveden vejetaryen proteinlerine kadar birçok başlıkta aradığınız yiyecek ya da içeceğin ne kadar süre taze kaldığını takip edebilirsiniz.

Yazının Devamını Oku

Sadece patates yiyerek nasıl yaşanır?

27 Eylül 2017
"Her türlüsünü severim, günde 6 öğün yesem sıkılmam, sadece onu yiyerek yaşayabilirim" dediğiniz bir yiyecek var mı? Benim için o yiyecek patates.

Fırında, tavada, haşlanmış, kızarmış, soslu, sossuz, sade, baharatlı hiç fark etmez, her türlüsünü severim. "Çiğ yesek nasıl olur?" diye denemişliğim bile var. (Merak edenlere cevap, pek olmadı...)

Geçtiğimiz hafta öğrendim ki benim patatese duyduğum bu "sadece onu yiyerek yaşayabilirim" güveni temelsiz değilmiş meğer. Hatta tek bir şey yiyerek yaşamak zorunda kalsak, patates ilk tercihimiz olmalıymış. Hatta ve hatta dünyada bunu yapmış birileri bile varmış. Bunu Popular Science'ta okuduğum bir makaleye dayanarak söylüyorum.


Okurken dinleyebilmeniz için bu kez yukarı koydum şarkıyı...

Hikaye şu: Andrew Taylor isimli bir Avustralyalı 2016 yılında yiyeceklerle olan sağlıksız duygusal ilişkisini sonlandırıp, hayatta zevk alacak başka şeyler de olduğunu kendine kanıtlamak için bir deneye başlıyor. Deney kapsamında kahvaltı, öğle yemeği ve akşam yemeğinde sadece beyaz ve tatlı patates yiyor. Bu patatesler zaman zaman soya sütü, domates sosu, tuz ya da baharatlarla desteklense de temelde yediği şey hep patates. Bir de B12 vitamin takviyesi alıyor. Bu bir yıllık süre içinde Taylor dört kez kan testi yaptırıyor. Sonuçların hepsinde iyi çıktığını, hatta kilo verdiğini söylüyor.

Bunu daha sonra bir diyet programına hatta kendisi gibi depresyondan kurtulmak isteyenlerin katıldığı bir iyi hissetme programına dönüştürmüş. Kişisel koçluk yapıyor, dünyayı dolaşıp konferanslar filan veriyor. Merak edenler için Sput Fit diye bir internet sitesi de var. O sitede yazılanlara göre 55 kilo vermiş bu süre içinde. Yine aynı siteden aldığım öncesi/sonrası fotoğraflarını da buraya ekleyeyim...

Peki bu çok sağlıklı bir şey mi? Aslında değil. Ancak kıtlık, yokluk vb. durumlarda hayatımızı sürdürmek durumunda kalırsak patates çok iyi bir kaynak olabilir.

Yazının Devamını Oku

E hadi artık kış gelsin!

20 Eylül 2017
Yaklaşık bir aylık bir aradan sonra yine beraberiz. Görüşmediğimiz sürede yazı bitirdik, sonbaharı getirdik gibi.

Ben şahsen çok mutluyum bu gelişmeden. Neden mi? İki sebebi var aslında. Birincisi, bütün yazı tatil yaparak, denizde kumda geçiremedikten sonra hava sıcaklıklarının mevsim normalleriyle ilişkisi "İyidir, hoştur ama bana ne?" hissiyatı yaratıyor insanda. Nihayetinde akıllı bina ofislerimizin içindeki sıcaklık klimalarla hep sabit. (Kıskanıyorum tatilcileri, evet, ne olmuş?)

İkincisi de yaz aylarında hayat kışa nazaran çok daha hareketli olduğundan düzgün beslenmek (en azından benim için) hiç mümkün olmuyor.

Misal bu köşede görüşmediğimiz süre içinde bir düğüne iştirak ettim, yurt dışından yaz için Türkiye'ye gelen dostlarımla güzel vakitler geçirdim, uzun zamandır görmediğim arkadaşlarımla buluşup yemekler yedim, çok tatlı misafirler ağırladım, uzun bir Kurban Bayramı tatili, bir de yaz tatili geçirdim. Tahmin edersiniz ki bütün bunlar olup biterken ne kadar çabalasam da kallavi sofraların (ve zararlı yiyeceklerin) uzağında kalamadım. Hatta doğru düzgün evde yemek de yapamadım. Sonuç? Bir mutsuzluk, bir vicdan azabı...


Bakınız kış ve çorba bir araya gelince konu mankenimiz ne kadar da mutlu...

Halbuki kış olsa öyle mi olurdu? Yapardım mis gibi şifa çorbalarımı, sıkardım üzerine bol bol limonlarımı, kâseleri doldurur doldurur içerdim akşamları. O yüzden havaların biraz daha soğumasını, çorba mevsiminin açılmasını büyük bir heyecanla bekliyorum.

Çorbaya ilgimi ve sevgimi daha önce birkaç kez yazmıştım. Şimdi mevsimi gelince yine adını anmadan edemedim. Eski yazılardan birinde, hem tok tutan, hem hastalıklardan koruyan, hem de kilo kontrolü sağlayan 'evde ne varsa çorbası'nın tarifini vermiştim.

Bu sefer de çok sevdiğim pırasa çorbasını tanıştırayım sizlere.

Yazının Devamını Oku

Ne yiyecek bu insanlar?

23 Ağustos 2017
Haftalar önce sizinle glütensiz beslenmeyle ilgili güncel bir araştırmanın sonuçlarını paylaşmıştım. Özetle çölyak, Haşimoto, MS gibi glüten tarafından tetiklenen hastalıkları olmayanlarda, glütensiz beslenmenin obezite tehlikesi yarattığını söylüyordu araştırma.

O yazının üzerine bir beyefendi okurumdan şöyle bir mesaj geldi: "Sevin Hanım, lütfen Tahıl Beyin isimli kitabı okuyun." Ben de kendisine hem kitabı okuyup hem de bu köşede sizinle paylaşacağıma söz vermiştim. İşte o gün bugün...

Efendim, Tahıl Beyin (Grain Brain) ABD'de çok iyi tanınan nöroloji ve beslenme uzmanı Dr. David Perlmutter'ın Kristin Loberg'le birlikte yazdığı ve karbonhidratlar, şekerler ve glütenin vücudumuz üzerindeki etkilerini beyni merkeze alarak anlatan hayli kapsamlı ve hacimli bir kitap.

Böyle bir kitabı özetlemek çok kolay bir iş değil ama kısaca anlatmak gerekirse, Dr. Perlmutter, Alzheimer gibi çağımızda yüz binlerce kişinin mustarip olduğu beyin kusurlarında sebebin sadece genetik faktörler olamayacağından, çevresel faktörleri de incelememiz gerektiğinden yola çıkmış. Sonrasında hem kendi tedavi ettiği hastaların deneyimlerini hem de dünyanın dört bir yanındaki meslektaşlarının araştırmalarını üst üste koyduğunda şunu görmüş: Diyabet ile Alzheimer arasında çok yakın bir ilişki var. Hatta diyabet, Alzheimer'a yakalanma riskini ikiye katlıyor. Çünkü aslına bakılırsa ikisini de aynı şey (beslenme) tetikliyor.

Öte yandan glüten, şeker ve karbonhidrat üçlüsünü hayatından çıkaran bireylerde, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, anksiyete ve kronik stres, kronik baş ağrıları ve migren, depresyon, şeker, epilepsi, odaklanma ve konsantrasyon problemleri, arterit gibi enflamatuar sorunlar, uykusuzluk, çölyak, glüten alerjisi ve huzursuz bağırsak sendromu gibi rahatsızlıklar, Alzheimer'ın öncülleri ve bilişsel sıkıntılar, obezite, Tourette sendromu gibi aklınızın ucundan geçmeyecek şikayetlerde iyileşme gözlemlenmiş.

Kitabın ilk kısmı tahılların ve şekerlerin vücuda olumsuz etkilerini hayli ikna edici bir biçimde anlatırken, ikinci bölüm de bu etkilerden arınmak için bir reçete niteliğinde.


Yazının Devamını Oku

Temiz beslenme mi ortoreksiya nervoza mı?

16 Ağustos 2017
Bugünkü yazıma bir önkabulle başlamak istiyorum: Bu köşeyi düzenli olarak okuyorsanız, hayatta tercihinizi mümkün mertebe sağlıklı beslenmeden yana yapmış ya da en azından böyle bir şeye niyet etmiş olmanızı beklerim, zira ben de öyleyim. Peki biz neden böyle olduk ve dahası bu işin sonu nereye varır? Bu hafta sonu İngiliz Guardian gazetesinde bu konuda okuduğum çok ilginç bir yazıyı paylaşacağım şimdi sizinle.

Dediğim gibi bu işlere biraz olsun meraklıysanız, sağlıklı yaşam/sağlıklı beslenme hareketlerinin başlıca kanalının Instagram olduğunu da bilirsiniz. Türkiye'de de dünyada da yüzlerce Instagram kullanıcısı ve blogger, takipçilerine yeme içme, egzersiz vs. tavsiyeleri veriyor sürekli. Guardian'daki yazıda hikayesi anlatılanlardan biri de böyle bir kadın; bu işlerin meraklılarının The Blonde Vegan olarak tanıdığı Jordan Younger. Olaylar 2014 yılında yaşanıyor. O dönem 23 yaşında olan Jordan, New York'ta yaşıyor ve "glütensiz, şekersiz, yağsız, tahılsız, baklagilsiz, bitki temelli çiğ vegan beslenme" modelini benimsiyor. Bu modeli #eatclean (temiz ye) etiketiyle Instagram'daki 70 bin kullanıcısıyla düzenli olarak paylaşıyor. Hatta herhangi bir beslenme uzmanlığı olmamasına karşın, hazırladığı 5 günlük detoks programı, tanesi 25 dolardan 40 bin adet satılıyor.

Hayat böyle tatlı tatlı devam ederken Jordan'ın saçları tutam tutam dökülmeye başlıyor ve bu vesileyle anlaşılıyor ki genç kadın aslında sağlıklı filan beslenmiyor. Bilakis "ortoreksiya nervoza" denilen ve sadece saf yiyecekleri yeme takıntısı olarak özetlenebilecek bir yeme bozukluğu yaşıyor. Regl döngüsü duran, kendisine yeme izni verdiği tek karbonhidratlar olan havuç ve tatlı patates yüzünden ten rengi turuncuya dönen Jordan, terapiyle bu durumu atlatıyor. Beslenme biçimini değiştirip balık yemeye başlıyor. Ancak bu kez de bambaşka bir açmazla karşı karşıya kalıyor: Blonde Vegan'ın balık yediğini insanlar öğrenince ne olacak?

Takipçilerine bu durumu açıklamak için bir blog yazısı yazıyor ve tam olarak korktuğu başına geliyor: Jordan'ın detoks programlarını ve sitesi üzerinden sattığı bazı ürünleri satın alanlar paralarını geri istemeye başlıyor, binlerce kişi hesaplarını takip etmeyi bırakıyor ve hatta kendisini "gerçekten temiz beslenmeyen şişko yağ deposu" olarak tanımlayan öfkeli mesajlar gelen kutusunu dolduruyor.

"BU ARTIK BİR BESLENME DEĞİL İNANÇ BİÇİMİ"

Guardian'daki yazının ana fikri, bu olaydan da hareketle, şu: Temiz beslenme bir süredir farklı şekillerde hayatımızda (glutensiz, vegan, çiğ, ketojenik vb.) fakat bu artık sadece bir beslenme biçimi olmanın ötesine geçti. Temiz beslenme bir inanç sistemine dönüştü. Çünkü insanlar artık yediklerinin sağlık üzerindeki etkisinden öte bazı şeylerin "saf olmadığına" (yazar dini bağlamda da sık sık karşılaşılan "impure" kelimesini kullanıyor) inanmaya ve bu yiyeceklerden körü körüne uzak durmaya başladı.

Yazıda, ünlü televizyon aşçısı Nigella Lawson'dan 'Kızgın Şef' olarak bilinen Anthony Warner'a birçok anekdot da anlatıldıktan sonra, medyada temiz beslenmeye karşı son dönemde negatif bir tavır olduğunun altı çiziliyor ve bunun zamanında temiz beslenme savunucusu olan birçok sosyal medya ünlüsünü markalarını yeniden şekillendirmeye yönlendirdiği belirtiliyor.

Yazının Devamını Oku