Selin Irmak Kaçmaz

Partnerin makyaja, kıyafete karışması istismar mıdır?

26 Ocak 2024
Dünya genelinde sanılandan çok daha fazla kadın, makyaj ve kıyafet konusunda partnerleri tarafından böylesi yorumlara hatta psikolojik baskılara maruz kalıyor. Uzmanlar, bu durumların belli bir sınırı aştığında ‘istismar’ olduğunu söylüyor. Peki yorum ile baskı ya da istismarın sınırı nerede çiziliyor?

“Bana hep, ‘Çok güzelsin, makyaj yapmana gerek yok. Çok doğalsın’ derdi. Kırmızı ruj sürmeye çalıştığımda ‘Bu gerçekten sana göre değil’ demeye başlardı. İş beni köşeye sıkıştırıp yüzüme bağırmasına kadar giderdi. Sonra da ruju dudaklarımdan silerdi. O zamanlar tüm bunları kendi hatam olarak görüyordum.

Eski kocam ne giydiğimden kiminle görüşeceğime, paramı nasıl harcayacağıma, hangi arabayı kullanacağıma, telefonda kiminle konuşacağıma kadar hayatımın her yönünü kontrol etti ve kişiliğimi yok etti. Çok az makyaj yapmam gerektiğini düşünüyordu. Ben her zaman iyi görünmek isteyen biriydim, o ise makyajın bana yakışmadığını düşünüyordu.

Evliliğimiz sekiz yıl sürdü, bu süre zarfında güç ve kontrol eski eşimdeydi. İyiliğimi düşündüğünü, beni kolladığını söylüyordu. Eski eşim cazibeli ve karizmatik biriydi. Bu yüzden onun evlilik sırasında ve sonrasındaki davranışlarının aslında zorlayıcı kontrol ve fiziksel şiddet olduğunu, benim bunları hak etmediğimi anlamam uzun zaman aldı.”

Bu ifadeler Birleşik Krallık’ta yaşayan genç bir kadına ait. Yaşadıklarını Metro.co.uk'e anlatan genç kadın eski eşiyle yaşadığı olayların pek çoğunun ‘istismar’ olduğunu çok sonra öğrendiğini dile getirdi. 

HER ALTI KADINDAN BİRİ PARTNERİ TARAFINDAN KONTROL EDİLİYOR

Ülkede 1035 kadınla yapılan bir araştırmada, her altı kadından birinin makyaj yapıp yapmadığının partneri tarafından kontrol edildiği anlaşıldı. Bu oran gençlerde daha da yüksek bulundu; 18 ila 24 yaş grubunda yüzde 22'ye çıktı.

Çalışmada beş kadından biri, arkadaşlarının görünüşlerinin bir partner tarafından etkilendiğine veya kontrol edildiğine tanık olduğunu söyledi. Burada da en yüksek oran yüzde 40 ile yine genç kadınlar arasındaydı.

Buna tanık olan kadınların dörtte birinden fazlası, üstlerine vazife olmadığını düşündükleri için harekete geçmediklerini, beşte biri ise ne diyeceklerini bilmedikleri için sessiz kaldıklarını söyledi.

Yazının Devamını Oku

Tam yağlı süt mü daha sağlıklı yoksa yağı azaltılmış süt mü?

16 Ocak 2024
Herhangi bir marketin süt ürünleri reyonu, farklı yağ seviyelerine sahip çeşit çeşit ürünlerle dolu: Yağsız, az yağlı, tam yağlı... Peki en sağlıklı seçenek hangisi? Onlarca yıldır uzmanlar, süt yağı ve sağlık söz konusu olduğunda 'az yağlı' ya da 'yağsız' seçeneklerinin daha sağlıklı olduğunu söylüyordu. Ancak güncel araştırmalar bu bilginin doğru olmadığını ortaya koydu. Yağlı sütler kalp sorununa mı neden oluyor? Yağsız sütler kilo verdiriyor mu? Kimler hangi sütü tercih etmeli? Uzmanlar ne diyor?

Amerikan Kalp Derneği ya da Dünya Sağlık Örgütü gibi sağlık otoritelerinin yönergelerinde, "Hangi süt daha sağlıklı?" sorusuna cevap olarak yağsız veya az yağlı bir ürün tercih edilmesi gerektiği belirtiliyor.

Tufts Üniversitesi'nde kardiyolog ve tıp profesörü olan Dr. Dariush Mozaffarian, bu tavsiyenin tam yağlı süt ürünlerinin doymuş yağ oranının yüksek olduğu, daha düşük yağlı versiyonları seçmenin kalp hastalığı riskinizi azaltabileceği fikrinden kaynaklandığını söyledi.

Ancak bu yönergelerin temelinde ABD Beslenme Kılavuzu'nun 1980 yılında yayımlanan ilk baskısı yatıyor. Yani yağsız ya da az yağlı sütlerin daha sağlıklı olduğu fikri çok eski. New York Times'a konuşan Dr. Mozaffarian, “O zamandan bu yana süt yağının sağlık üzerindeki etkileri üzerine yapılan çalışmaların çoğu, tam yağlı yerine az yağlı sütleri tercih etmenin herhangi bir faydası olduğunu göstermiyor” dedi.

SÜT ÜRÜNLERİ TÜKETİMİ İLE DAHA DÜŞÜK HASTALIK RİSKİ ARASINDA İLİŞKİ BULUNDU

İnsanların beslenme alışkanlıkları hakkında anketlerin yapıldığı ve sonrasında uzun yıllar boyunca sağlık durumlarının kontrol edildiği çok sayıda çalışma olduğunu belirten Dr. Mozaffarian, “Araştırmacılar, süt ürünleri tüketimi ile yüksek tansiyon, kardiyovasküler hastalık ve Tip 2 diyabet gibi hastalıkların riskinin azalması arasında bir ilişki buldu. Bu tür faydalar, insanların yağı azaltılmış ya da tam yağlı yoğurt, peynir ya da süt tercih etmelerinden bağımsız olarak ortaya çıkıyor. Tam yağlı süt ürünlerinin kalorisi daha yüksek olsa da araştırmalar bu ürünleri tüketenlerin kilo alma olasılığının daha yüksek olmadığını ortaya koymuştur” diye konuştu.

KAN BASINCINI DÜŞÜRÜYOR, KİLOYU ARTIRMIYOR, KÖTÜ KOLESTEROLÜ YÜKSELTMİYOR

Dr. Mozaffarian, yukarıdaki araştırmaların sonuçlarının, süt yağından kaçınmak yerine tüketmenin bir faydası olabileceğini gösterdiğini söyledi ve ekledi: “Elbette bu çalışmalar, süt ürünlerinin kendilerinin belirli hastalık risklerini azalttığını kanıtlayamaz. Bunun için uzun süreli klinik çalışmaların yapılması gerekiyor. Ancak daha kısa süreli çalışmalar, tam yağlı süt ürünleri de dahil olmak üzere süt ürünleri tüketmenin kan basıncını düşürdüğünü, kiloyu artırmadığını ve LDL yani ‘kötü kolesterol’ seviyelerini yükseltmediğini gösterdi.

SÜT ÜRÜNLERİ VE KİLO İLİŞKİSİ

Yazının Devamını Oku

Hamilelikte yaşanan şiddetli bulantıların sebebi sonunda ortaya çıktı! Bakın bilim ne söylüyor...

11 Ocak 2024
Hamileliğin ilk trimesteri yani ilk üç ayı, bulantıların ve kusmaların en yoğun olduğu dönem olarak biliniyor. Bazı hamileler bulantıları yok denecek kadar az yaşıyor, bazılarının rahatsızlığı üç ayda sona eriyor, bazıları ise neredeyse dokuz ay boyunca bulantı ve kusma ile mücadele ediyor. Bu sebeple hastaneye kaldırılan, bebeğini kaybeden ve hatta vefat edenler dahi var. Tüm bu bulantıların ve kusmaların nedeni geçtiğimiz günlerde belli oldu. Bu yeni keşif sayesinde hamilelikte bulantı ve kusma kaynaklı rahatsızlıklar tarihe karışabilir! İşte detaylar...

Nature dergisinde yayımlanan bir araştırma, anne adaylarının gebeliğin ilk üç ayında yoğun bir şekilde yaşadığı bulantı ve kusmanın nedeninin GDF15 hormonu olduğunu ortaya koydu. Araştırmacılar bu keşfin, nadiren de olsa yaşamı tehdit etme noktasına varabilen sabah bulantısı vakaları da dahil olmak üzere tüm gebeler için daha iyi tedavilerin önünü açabileceğini söyledi.

Araştırmaya göre, hamilelik sırasında kadının kanında dolaşan hormon miktarı ve hamilelikten önce buna maruz kalması bulantı ve kusma semptomlarının şiddetini belirliyor.

KADINLARIN YÜZDE 2’Sİ HASTANEYE YATIRILIYOR

Hamile kadınların üçte ikisinden fazlası ilk üç aylık dönemde bulantı ve kusma yaşıyor. Kadınların yaklaşık yüzde 2'si ise tüm hamilelik boyunca aralıksız kusma ve mide bulantısına yol açan hiperemezis gravidarum sebebiyle hastaneye yatırılıyor. Bu durum yetersiz beslenmeye, kilo kaybına ve dehidrasyona yol açabiliyor; erken doğum, preeklampsi ve kan pıhtılaşması riskini artırarak anne ve fetüsün hayatını tehdit ediyor.

Uzmanlar, bulantı ve kusmanın hamilelikte çok yaygın olması nedeniyle doktorların hiperemezisi sıklıkla göz ardı ettiğini ve hamileliğin erken dönemlerinde hastaneye yatışın önde gelen nedeni olmasına rağmen şiddetli semptomları psikolojik olarak değerlendirdiğini belirtiyor.

DOKTORU BULANTILARI ÖNEMSEMEDİ, 15 HAFTALIK HAMİLEYKEN DÜŞÜK YAPTI

Çalışmanın yazarlarından Southern California Üniversitesi Keck Tıp Fakültesi genetik uzmanı Dr. Marlena Fejzo, "20 yıldır bu konu üzerinde çalışıyorum ve hâlâ bu nedenle ölen ya da kötü muamele gören kadınlarla ilgili raporlar var" dedi.

New York Times'a yaptığı açıklamada bu durumun acısını ilk elden bildiğini söyleyen 

Yazının Devamını Oku

Çocuklar ve ekran: Ne zaman tanışmalı, ne kadar maruz kalmalı?

9 Ocak 2024
Dijitalleşen dünyada çocukları ekranlardan uzak tutmak kolay değil. Kimi anne baba çocuklarını erken yaşta ekranla tanıştırmayı doğru bulurken kimisi bu süreci mümkün olduğunca ertelemeye çalışıyor. Uzmanlara göre çocukları ekranla tanıştırmak için en az 2 yaşına kadar beklemek gerekiyor ama günümüzde bunu uygulayabilen ebeveyn sayısı oldukça sınırlı. Peki bu konuda bir standart var mı? Çocuklar ekranla ne zaman tanışmalı? Kaç yaşında ne kadar süre ekrana maruz kalınmalı?

Bir arkadaşımın kızı 2 yaşlarındayken çok tuhaf bir olaya şahit oldum. Ara sıra tabletle oynamasına izin verilen bu küçük kız, bir gün pencerenin dışında kanat çırpan bir kelebek fark etti. Minik elini kelebeğe doğru uzattı; başparmağı ve işaret parmağını kapatıp açarak kıskaç benzeri bir hareket yaptı. Arkadaşım önce şaşırdı ama sonra ne olduğunu anladı; kızı kelebeği yakınlaştırmaya çalışıyordu.

Bu olay aklımdan çıkmıyor çünkü gerçekten inanılmaz. Henüz kendi kendine beslenmeyi bile beceremeyen bir çocuk, dijital ekranı yakınlaştırma hareketinde ustalaşmıştı. Pencerenin ya da gerçekliğin kendisinin büyük bir ekran olduğunu mu düşünüyordu? İçimi bir dehşet duygusunun kapladığını hatırlıyorum. Korkunç bir şeyin üzerimize doğru geldiğini hissediyorum.

Yukarıdaki hikâye aslında hiçbirimiz için yabancı değil. Teknoloji ilerledikçe ve akıllı telefonlar, tabletler başta olmak üzere teknolojik cihazlar hayatımızda daha fazla yer kaplamaya başladıkça çocukların da bu cihazlarla tanışma yaşı düşüyor.

2017 yılında yapılan bir araştırma, çocukların yaklaşık yüzde 80'inin bir tablete ya da başka bir ekrana erişimi olduğunu ortaya koymuştu. Bugünlerde ise bir çocuğun çevrimdışı olması aşırı derecede çevrimiçi olmasından daha garip görülüyor.

EKRANLARIN EN KÖTÜ YANI ÇOCUKLARI SUSTURMAK İÇİN KULLANILMALARI

Çocuk ve ergen psikoterapisti Ryan Lowe, geçtiğimiz günlerde Vice'a yaptığı açıklamada, "Ekranlarla ilgili sorun, kendi başlarına korkunç olmaları değil, bebek bakıcısı olarak ve çocukları susturmak için kullanılmaları. Bu da çocukların oyun oynamadıkları, çevrelerindeki dünyayla etkileşime girmedikleri ya da sohbetlere dahil olmadıkları anlamına geliyor” dedi ve ekledi:

"Daha da önemlisi bu, zor ya da sinir bozucu bir şeyle başa çıkabilecek kadar uzun süre kendilerini tutma gibi temel becerileri öğrenemedikleri anlamına geliyor. Bu durum çocukları dezavantajlı hale getirebilir çünkü endişelenmeye ya da bir şeylerde zorlanmaya başladığı anda çocuğun önüne bir cihaz konursa, zor duygularla başa çıkmayı öğrenmesinin tek yolu bu olur. Bu da ‘kötü’ davranışlara yol açabilir. Çocukların duygularını yönetme ya da hayal kırıklığıyla başa çıkma konusunda hiçbir stratejileri ve deneyimleri olmayacak. Davranışları ve sınıfta öğrenme kapasiteleri önemli ölçüde etkilenecektir."

DAHA FAZLA ÇOCUK MİYOP OLUYOR

Yazının Devamını Oku

Yeni araştırmalar menopozun Alzheimer ve demans riskini arttırdığını söylüyor... Menopoz beyni nasıl değiştiriyor?

4 Ocak 2024
Menopozun, ileri yaşlarda demans gelişimi için önemli bir risk faktörü olabileceğine ilişkin veriler günden güne artıyor. Hem araştırmalar hem de uzmanlar menopozun beyinde bir takım değişikliklere sebep olduğu konusunda hemfikir. Peki menopoz beyni nasıl değiştiriyor? Menopoz gerçekten Alzheimer ve demans riskini artırıyor olabilir mi?

Menopozun yaşamın ilerleyen dönemlerinde demans gelişimi için önemli bir risk faktörü olabileceğine dair fikir birliği giderek artıyor.

Weill Cornell Medicine'de Kadın Beyni Girişimi Direktörü olarak görev yapan nörobilimci Dr. Lisa Mosconi, geçtiğimiz günlerde The New York Times'a yaptığı açıklamada, klinik olarak doğurganlığın sona ermesi olarak tanımlanan menopozu yaşayan kadınların sadece yumurtalıklarında değil beyinlerinde de birçok değişiklik meydana geldiğini söyledi ve ekledi:

“Kadınların büyük çoğunluğu bu değişiklikleri uzun vadeli sağlık sonuçları olmadan atlatırken, yaklaşık yüzde 20'sinin takip eden on yıllarda bunama geliştireceği öngörülüyor. Kadın beyni östrojen reseptörleri açısından zengindir, özellikle hafıza, ruh hali, uyku ve vücut ısısını kontrol eden bölgeler, östrojen yüksek ve tutarlı olduğunda güzel çalışır. Östrojen aynı zamanda beynin yaşlanmaya ve hasara karşı kendini savunma yeteneği için de hayati önem taşır.”

BEYNİN SADECE İŞLEYİŞİNİ DEĞİL YAPISINI DA DEĞİŞTİRİYOR

Dr. Lisa Mosconi, menopoz sırasında östrojendeki karakteristik düşüşün beynin bazı bölgelerindeki işleyişi değiştirmekle kalmayıp yapısını da değiştirdiğinin düşünüldüğünü söyledi.

Nitekim taramalar da aynı yaştaki erkek beyinlerine ve menopoz öncesi kadınların beyinlerine kıyasla menopozal beyinlerde hacmin azaldığını gösteriyor.

Bu nörolojik değişiklikler, sıcak basması, ruh halinin bozulması, hafıza ve bilişte hafif, genellikle geçici bir düşüş dahil olmak üzere bazı menopoz semptomlarından sorumlu olabilir. Dr. Mosconi, bu değişikliklerin beyinde bunamadan önce görülen değişikliklere de benzediğini belirterek, "Menopozdan etkilenen bazı beyin bölgeleri aynı zamanda Alzheimer hastalığından etkilenen bazı bölgelerdir" dedi.

MENOPOZ SEMPTOMLARI MI BUNAMA BELİRTİLERİ Mİ?

Yazının Devamını Oku

Depresyon gerçekten bulaşıcı olabilir mi? Çeşitli insan hikayeleri ve uzman yorumları...

2 Ocak 2024
Depresyon, son yıllarda adını en sık duyduğumuz psikolojik sorunların başında geliyor. Yakın çevresinde depresyonla mücadele edenler sık sık aynı şikâyeti dile getiriyor: "Kötü etkileniyorum, ne yapacağım?" Peki depresyonun gerçekten bulaşıcı mı?

'MESAFEMİ KORUDUĞUMDA KENDİMİ SUÇLU HİSSEDİYORUM'

İngiltere'de yayımlanan The Guardian gazetesinin ‘Philippa'ya Sor’ köşesine gönderilen bir okur mektubu, yakın çevremizdeki kişilerin yaşadığı depresyonun hayatımıza nasıl etki ettiğine ilişkin çok yerinde bir örnek:

“60 yaşındaki annem hayatı boyunca depresyondaydı ve bu durum ailemizi derinden etkiledi. Anne ve babası Covid'den öldüğünden beri en kötü dönemini yaşıyor. Yemek yemiyor, panik atak geçiriyor, sürekli ağlıyor, herkese karşı nefret dolu, herkesi birbirine düşürmeye çalışıyor ve sık sık öfke nöbetleri yaşıyor. Ama yardım almayı reddediyor. Ne ilaç alıyor ne de terapiye gidiyor. Ve ben çok yoruldum. Telefonumda onun numarasını görmekten korkuyorum. Babam ondan ayrılmayı düşünüyor ve eğer babam giderse anneme olacaklardan korkuyorum.

Büyükannem de depresyondaydı ve 65 yaşından itibaren 90 yaşında ölene kadar evden neredeyse hiç çıkmadı. Anneme bağımlı hale geldi ve bu anneme büyük zarar verdi. Annem 25 yıl boyunca onun bakıcısı oldu. Annem de şimdi aynı yoldan gidiyor ve benden aynı muameleyi bekliyor. Ama tarihin tekerrür etmesini istemiyorum.

34 yaşındayım ve nihayet iş, ev, arkadaşlıklar ve aşk anlamında hayatımı düzene sokabildim. Artık yaşamaya başladığımı hissediyorum. Çocukluğumdaki ev hayatım işlevsizdi. Annem ilgisiz ve mesafeliydi, kendimi çok yalnız hissediyordum. Bu noktaya gelmek için uzun süre terapi aldım, zihinsel sağlık sorunlarım üzerinde çalıştım, oldukça zordu. Şimdi sanki annemin sorunları bir kez daha tüm çabalarımı boşa çıkarıyormuş gibi geliyor. Mesafemi koruduğumda kendimi suçlu hissediyorum, sanırım o da bunu biliyor ve bunu kullanıyor. Ne yapacağım?”

Bu hikâye aslında birçok insan için hiç de yabancı değil. Türkiye’de de anne babasının, kardeşinin hatta yakın arkadaşının depresyonundan etkilenen, bunalan, ne yapacağını bilemeyen ve kendini sıkışmış hisseden insanlar var. Bakın onlar neler anlatıyor...

HER GÖRÜŞMEDE AYNI ŞEYLERİ KONUŞUYORUZ, DAYAK YEMİŞ GİBİ HİSSEDİYORUMÇiğdem G. (36)

Kız kardeşim bundan birkaç yıl önce hayat dolu, enerjik biriydi. Ancak her zaman bir konuya canı sıkıldığında o konudan uzaklaşması çok uzun zaman alırdı. Son iki yıldır bu ‘takıntı’ hali çok daha olumsuz bir şeye dönüştü.

Yazının Devamını Oku

Çocuğunuzu ‘yetişkin gibi’ giydirirken bir daha düşünün! İşte bilmeniz gerekenler...

29 Aralık 2023
Ebeveynler çocuklarının giyimine çok özen gösteriyor. Ancak bu özen zaman zaman çocukların hayatını ciddi düzeyde etkileyebilen bir soruna dönüşebiliyor: Bir yetişkin gibi giydirilmek... Çocukların yaşlarına uygun olmayan şekilde yetişkinler gibi giydirilmesi, üstüne bir de bu anlarının sosyal mecralarda yayınlanması, gelişimsel süreci çok olumsuz etkiliyor. Üstelik bir de pedofili tehlikesi söz konusu... İşte 5 soruda ebeveynlerin mutlaka bilmesi gerekenler...

Geçtiğimiz günlerde 4 yaşlarında bir kız çocuğunun giyim videosu sosyal medyada gündem oldu. Videodaki çocuk, kıyafetlerini kamera arkasında birer birer giyiyor, en sonda da kombinini gösteriyordu.

Videoda en dikkat çeken şey kıyafetlerin tasarımlarının çocuklardan çok yetişkinlere göre olması ve çocuğun ‘kadınsı’ olarak nitelendirilen tavırları oldu. Videoya, “Kız çok tatlı ama son zamanlarda küçücük çocukların kadın gibi giydirilmesine çok kızıyorum”, “Her şeyin bir yaşı, zamanı var. Her yerde küçük kadınlar görüyorum artık!” minvalinde yüzlerce yorum geldi.

Küçük çocukları yetişkin gibi giydirmenin, yaşlarından büyük tavırlar sergilemelerine sebep olmanın ve bu anları sosyal medyadan paylaşmanın ‘istismar’ olduğunu düşünenler olduğu gibi “Anne babalar çocuklarını istedikleri gibi giydirmekte özgür” fikrini savunanlar da var.

Peki yetişkin gibi giyinmek ve bu anların sosyal medyada paylaşılması çocukların gelişimine nasıl etki eder? Bu bir istismar mıdır? Bu tür paylaşımlar çocukları pedofili tehlikesine açık hale getirebilir mi?

Ebeveynlerin bilmesi gereken tüm detayları Çocuk Gelişimi Uzmanı ve Öğretim Görevlisi Merve Mercan ile konuştum.

1- Yetişkin gibi giydirilmenin çocuklar üzerinde bir etkisi söz konusu mu?

Çocukların cinsel kimliklerinin oluşumunda özdeşim süreci en genel anlamıyla kız çocukların anneyi, erkek çocukların babayı model alması şeklinde ifade edilir. Biz bunu çocukluk döneminde kız çocukların annelerinin elbiselerini, topuklu ayakkabılarını giymesi, aksesuarlarını takması ve makyaj yapması; erkek çocukların ise yine babalarının giysilerini giyip, aksesuarlarını takıp, kişisel bakım rutinlerini tekrar etmesi şeklinde görürüz. Doğal ve beklendik olan bu sürecin sonunda, ailelerin de pekiştirmesi ile çocuğun kendi cinsiyetine ait rolleri benimsemesi sağlanır.

Ancak ebeveynlerin bu doğal sürece çocuğun hazır olup olmadığına bakmaksızın dışarıdan müdahalesi ve çocuğun tercihinden ziyade ebeveynin mükemmellik kriterine hizmet edilmesi maalesef olumsuz etkiler doğuruyor. İlk senaryoda çocuğun gelişimsel sürecini kendi çabası ve ebeveyn pekiştirmesi ile sürdürdüğü, ikinci senaryoda ise çocuğun ihtiyaçları, tercihleri ve gelişimsel sürecine bakılmaksızın

Yazının Devamını Oku

Kadınlar neden regl olduklarını yöneticilerine söyleyemiyor?

28 Aralık 2023
2 binden fazla kadınla yapılan bir araştırma, kadınların regl sebebiyle iş yerlerinden izin almaktan çekindiklerini, izin alsalar bile gerçek sebebini söylemediklerini ortaya koydu. Peki kadınlar neden regl olduklarını yöneticilerinden saklama ihtiyacı hissediyor? İşte bu konuda sorun yaşayan kadınların hikâyeleri ve uzman isimlerin görüşleri...

Birleşik Krallık merkezli Personel ve Gelişim Enstitüsü (CIPD) tarafından yapılan ve 2 binden fazla kadının katıldığı araştırmaya göre, regl döneminde ağır semptomlar yaşayan kadınların yarısından fazlası işe gidecek kadar iyi hissetmezken beşte dördü kendisini işe gidemeyecek kadar kötü hissetse de çalışıyor. Regl nedeniyle hastalık izni alanların yarısına yakını da izin istemelerinin gerçek sebebini yöneticilerine asla söylemiyor.

Araştırmaya katılan kadınların aktardıklarına göre, regl döneminde yaşanan en yaygın semptomlar karın ağrısı ve krampları, yorgunluk, sinirlilik ve şişkinlik. Öte yandan ankete katılan her 10 kadından 6’sı regl döneminde daha zor konsantre olduğunu, 5'i de bu süreçte daha stresli olduğunu söyledi.

Peki kadınların büyük kısmı neden patronlarına regl kaynaklı sorun yaşadıklarını söyleyemiyor?

Araştırmaya katılan kadınların yüzde 45’i bu soruya ‘Konunun önemsizleştirileceğini düşünüyorum’ diye cevap verirken yüzde 43’ü utandığını belirtti. Görüş bildiren her 10 kadından yalnızca biri çalıştıkları kurumların regl dönemine dair sağlık sorunlarıyla ilgili yardım sağladığını belirtti.

İngiltere’deki araştırmaya katılan 2 binden fazla kadının da belirttiği üzere dünya genelinde regl dönemi konusunda hâlâ tam anlamıyla bir rahatlık söz konusu değil. Ülkemizde de kadınlar regl döneminde yaşadıkları zorlukları yöneticileri ile paylaşamamaktan, semptomlar devam ederken çalışmak zorunda kalmaktan ya da izin alsalar bile gerçeği söyleyememekten şikayetçi. İşte regl döneminde işiyle ilgili sorun yaşayan kadınların görüşleri…

MİDEMİ ÜŞÜTTÜĞÜMÜ SÖYLEYİP AĞLAYA AĞLAYA İZİN ALDIM Şennur G. (37)

Bir dönem ekibimin tamamının erkeklerden oluştuğu bir işte çalışıyordum. İş anlamında hiçbir sıkıntı yaşamasam da regl dönemleri benim için işkenceydi. Çok sancılı geçirdiğim regl dönemlerinde işe gitmek zorundaydım çünkü her ay aynı tarihlerde izin almam pek mümkün değildi. Belki de mümkündü ama ben alamıyordum, utanıyordum.

Bir sabah uyandım ve ağrıdan kıvranır halde işe gittim. O kadar kötüydüm ki ayakta durmakta bile zorlanıyordum. Tabii burada bende de kabahat var, gidip rapor alsana, değil mi? Ama yok, erkeklerle dolu ekipteyim ya, halimi anlamazlar hatta, “Aman amma da abartıyor” derler diye ses edemiyordum. Sanki kadın olmak, regl olmak güçsüzlükmüş gibi hissetmeme neden oluyordu bu durum.

Yazının Devamını Oku